Doktor Hatası (Malpraktis) Tazminat Davası
Tıbbi malpraktis, yani doktorun tıbbi uygulama hatası, doktorun veya tıbbi işlemin uygulandığı sağlık kuruluşlarının; ilgisizliği, bilgisizliği yahut deneyimsizliği neticesinde işlem gören hastanın hatalı tedavi, hatalı teşhis veya eksik, yanlış bakım nedeniyle zarar görmesi olarak tanımlanır.
Tıbbi standartlar, hastanın bakımı, tedavisi, eğer uygulanmışsa cerrahi işlemi ve teşhisi doğru ve işlevsel yapılmasını ele alır. Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 13. Maddesi tıbbi malpraktisi şu şekilde açıklamaktadır.
“Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi “hekimliğin kötü uygulaması” anlamına gelir.”
Doktor Hatası (Malpraktis) Nedeniyle Açılacak Tazminat Davasının Şartları
Bazı tıbbi işlemler, birtakım riskler içermektedir. Bu riskler işlemin yapılacağı hastaya, işlem yapılmadan önce açıkça belirtilmeli ve hastanın kesin onayı alınmalıdır. İzni alınan hastaya uygulanacak yanlış bir işlem tıbbi malpraktistir. Teşhis, tedavi ve bakım işlemleri etik kurallarına ve tıbbi standartlara uygun olarak yapılmalıdır. Aksi bir durum tespit edilirse doktora yahut işlemin uygulandığı sağlık kuruluşuna tazminat davası açılabilir. Bu durumda göz önünde bulundurulacak öncül, yerleşik Yargıtay ve Danıştay kararlarıdır ki şöyledir;
Tıp biliminin standartlarına ve tecrübelere göre gerekli olan özenin bulunmadığı ve bu nedenle de olaya uygun gözükmeyen her türlü hekim müdahalesi uygulama hatası (malpraktis) olarak anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, hastanın tanı ve tedavisi sırasında standart uygulamanın yapılmaması, bilgi ve beceri eksikliği, hastaya uygun tedavi uygulanmaması; tıbbi hata olarak tanımlanabilir. Bu noktada hatalı tıbbi uygulama sonucu doğacak sorumluluk “kusura dayalı genel sorumluluk”tur. Hekimin hukuksal sorumluluğu bakımından ölçü; tecrübeli bir uzman hekim standardıdır. Hekim, objektif olarak olayların normal gelişimine ve subjektif olarak da kendi kişisel tecrübesine, kişisel yeteneğine, bireysel mesleki bilgisine, eğitiminin nitelik ve derecesine göre, hastanın sağlığında bir zarar gelmesini önceden görebilecek durumda olmalıdır. Bu halde karşımıza özen yükümlülüğü çıkmaktadır. Hekimin özen yükümlülüğünün ihlali, üç alanda yoğunlaşmaktadır; birincisi, hastanın tedavisinde yani teşhis, endikasyon, tıbbi tedbirin seçimi, bu tedbirin uygulanması, tedavi yahut cerrahi girişim sonrası bakım alanındadır. İkincisi, hastanın aydınlatılması ve anamnez alınmasıdır. Üçüncüsü, klinik organizasyonu alanında (personelin niteliği, yeterli sayıda personel bulundurulması, hekimlerin birbiriyle işbirliği (Konsültasyon)dir. Bu üç alandaki kusuru, sırasıyla uygulama kusuru (tedavide hata), aydınlatma kusuru ve organizasyon kusuru olarak değerlendirmek mümkündür. Bu üç kusura “Tıbbi Uygulama Hatası” (Malpraktis) adı verilmektedir.
Malpraktis farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Genel itibariyle üç aşamada incelenmektedir.
- Teşhis ve anamnez sebebiyle ortaya çıkan malpraktis,
- Tedavi aşamasında endikasyon veya yanlış tedavi yönteminin tercih edilmesi sebebiyle malpraktis,
- Konsültasyon yetersizliği yani hastanın bakımı için gereken klinik organizasyonun ayarlanmaması durumunda malpraktis.
İlk aşamada hastanın şikayetinin öyküsü ve genel tıbbi durumu, doktor veya herhangi bir sağlık personeli tarafından tam anlamıyla dinlenmeli ve anlaşılmalıdır. Doğru teşhisin koyulması ve hastanın uygulanması planlanan tedaviye göstereceği yanıtın tespit edilmesi önem arz etmektedir. Aksi bir duruma doktor hatası nitelendirilmesi yapılabilir. Örneğin hastanın anamnezinin hiç alınmaması veya yanlış alınması durumunda, hastanın hali hazırda kullandığı bir ilacın tedavide kullanılacak ilaçla etkileşime girip girmediği öğrenilemez. Bu durumda hasta, tıbbi standartlara uygun olmayan bir işlem neticesinde zarar görmüş olur.
İkinci olarak, tedavi aşamasında doktorun ve diğer sağlık personellerin hatalı uygulamaları malpraktisle sonuçlanabilir. Hastalık için hastanın izni alınmasına rağmen gereken tıbbi müdahalenin yapılmaması, cerrahi işlem esnasında hastanın vücudunda yabancı madde unutulması, yanlış ilaç verilmesi, yanlış tedavi yönteminin uygulanması, hastanın veya müdahale görecek uzvun karıştırılması ve hijyen kurallarına uyumsuzluk tıbbi malpraktis örneklerindendir.
Son olarak hastanın bakımı ve stabilizasyonu için tedavi gördüğü sağlık kuruluşu, doğru ve gerekli imkanları sağlamakla yükümlüdür. Sağlık personellerinin iş birliği ve tedavi konusunda fikir alışverişi yapması yani konsültasyon, sağlık kuruluşu tarafından organize edilmelidir. Alınan tedbirler ve uygulamalardaki özensizlik, Türk Medeni Kanunu’nun 2. Maddesi olan dürüstlük ilkesince hukuka aykırıdır.
Madde 2: Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.
Doktor Hatası Tazminat Davasında Davacının Hukuki Gerekçeleri
Doktor hatası nedeniyle tazminat davası açacak kişi; sözleşmeye aykırılık, hizmet kusuru, haksız fiil veya vekaletsiz iş görme gibi hukuka aykırı eylemlerle karşı karşıya kalmıştır. Kanunlarca bu eylemlere karşı davacı kişinin tazminat davası açma hakkı korunmaktadır.
Örneğin haksız fiil, Türk Borçlar Kanunu Madde 49’da açıkça belirtilmiştir.
Madde 49 ‑ Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Bu durumda doktorun hasta üzerinde gerçekleştirdiği her türlü tıbbi standartlara aykırı müdahale, aynı zamanda hukuka da aykırıdır ve haksız fiil kabul edilmektedir.
Sözleşmeye aykırılık nedeniyle malpraktis davası, tıbbi müdahalenin durumuna göre hasta ve doktor arasında kurulacak iki farklı sözleşme türüne dayatılabilir. Bunlardan biri vekalet sözleşmesidir ki doktor – hasta ilişkisi hukuki olarak vekalet sözleşmesi kapsamında değerlendirilir.
Türk Borçlar Kanunu MADDE 502- – Vekâlet sözleşmesi, vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir. KANUNLAR, NİSAN 2018 (Ek-101) 10843 Vekâlete ilişkin hükümler, niteliklerine uygun düştükleri ölçüde, bu Kanunda düzenlenmemiş olan iş görme sözleşmelerine de uygulanır. Sözleşme veya teamül varsa vekil, ücrete hak kazanır.)
Ele aldığımız durumda doktor vekil, hasta vekil eden olarak kabul edilmektedir. Hukuki olarak tıbbi müdahaleyi gerçekleştirecek vekil, hastayı kesinkes tedavi etme veya iyileştirme yükümlülüğü taşımasa da, gerçekleştirdiği müdahalenin özeninden sorumludur. Yani tıbbi müdahalenin sonuca ulaşması için göstereceği çabanın, yaptığı işlem, eylem ve davranışların özensizliği sonucu hastanın zarar görmesi doktor hatası olarak kabul edilir.
Yargıtay kararlarında doktorun vekalet sözleşmesine dayanan hukuki sorumluluğunun niteliği şu şekilde açıklanmıştır:
Vekalet Sözleşmesi Nedeniyle Doktorun Hukuki Sorumluluğu:
Vekil, vekalet görevine konu işi görürken, yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değilse de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan bile sorumludur. (BK m.400 ) O nedenle, doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip, uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri gözönünde tutulmalı, onun risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekte de, müvekkil, mesleki bir işgören; doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, (B.K.nun 394/1.) TBK’nun 510. maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Doktorun, insan vücudunda bir eser oluşturmasını amaçlayan tıbbi uygulamalar hukuki olarak eser sözleşmesi adı altında incelenmektedir. (Türk Borçlar Kanunu MADDE 470- Eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, işsahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.)
Protez, estetik cerrahi işlemler, lazer epilasyon veya güzellik uygulamaları eser sözleşmesi çerçevesinde gerçekleşmesi gereken eylemlerdir. Doktor tarafından yapılan, eser sözleşmesi yükümlülüklerine aykırı her fiil, hastaya tazminat davası açma hakkı tanımaktadır. Yargıtay kararlarında doktorun eser sözleşmesine dayanan hukuki sorumluluğu şu şekilde açıklanmıştır:
Eser Sözleşmesi Nedeniyle Doktorun Hukuki Sorumluluğu:
Eser sözleşmesinde, işin uzmanı sayılan yüklenici, yapımını yüklendiği işi, özen borcu gereği olarak fen ve sanat kurallarına, sözleşme hükümlerine, kendisine duyulan güvene ve beklenen amaca uygun şekilde yapmakla ödevlidir. Eser sözleşmesini diğer iş görme sözleşmelerinden ayıran önemli özelliklerinden birisi sonuç sorumluluğu, yani tarafların iradeleri doğrultusunda yüklenici tarafından bir sonucun meydana getirilmesi taahhüdüdür. Zira; eser sözleşmesinde bir eserin yaratılıp teslim edilmesi borcu altına girilmektedir. Bu borcun altına giren taraf yani yüklenici, işin mahiyeti gereği işi sadakat ve özenle yerine getirmek zorundadır. Sadakat borcu, yüklenicinin iş sahibinin yararına olacak şeyleri yapması ve ona zarar verecek her türlü eylemden kaçınmasıdır. Eserin, sözleşmede kararlaştırılan niteliklerine, ya da iş sahibinin beklediği amaca uygun olmaması veya lüzumlu bazı vasıflardan bir ya da bir kaçının bulunmaması halinde ayıplı ifa edildiğinin kabulü gerekir. Eser sözleşmesinde yüklenici, belli bir sonucu (eser) taahhüt ettiğinden sonuç gerçekleşmesi için davacı iş sahibinin zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmeli, somut durumun gerektirdiği tedbirleri noksansız biçimde almalı, uygun tedaviyi belirleyip uygulamalı, uygulanan tedavide nadirde olsa görülebilecek olumsuz sonuçlara dair davacıyı aydınlatıp uyarmalı ve davacının bu hususta rızasını almışsa, eserini iş sahibi davacının ondan beklediği amaca uygun olarak tamamlayarak teslim etme yükümlülüğündedir (Y3HD-K.2015/15750).
Sağlık Kuruluşlarının Tazminat Sorumluluğu
Hukuki dayanak olarak mapraktise maruz kalan kişinin bu hakkı, idare hukukundaki hizmet kusuru kavramı çerçevesinde koruma altındadır. Açılacak olan tazminat davası “tam yargı davası” olarak isimlendirilmiştir. Hasta için yeterli araç ve gerecin sağlanması, sağlık hizmetlerine uygun olarak yetişmiş personellerin temin edilmesi, kurumun yükümlülüğüdür. Aksi bir durumda doktor hatası tazminat davası açılabilir. Yargıtay uygulamasına malpraktise maruz kalan kişinin aşağıda verilen durumlarda da tazminat davası açma hakkı bulunmaktadır.
- Kan grubu testinde hata yapılması,
- Cerrahi müdahalede kullanılan araç ve gerecin bozuk yahut yetersiz olması,
- Ruh hastalığının kontrol edilmemesi nedeniyle hastanın intiharı,
- Yeterli ısıtma yapılmadığından hastalığın ağırlaşması,
- Yangına karşı tedbirlerin alınmaması,
- Hastaya bozuk yiyecek verilmesi nedeniyle zehirlenme ve benzeri bir durumun yaşanması,
- Sağlık kuruluşunun yeni bir hastalığa neden olması,
- Test yapılmadan teşhise gidilmesi,
- Ameliyat sonrası kullanılan kompresin gereğinden fazla sıcak olması nedeniyle hasta kişi bedeninde yanıklar oluşması.
Ayrıca Yargıtay kararlarında özel hastaneye kabul sözleşmesinin hukuki niteliği şöyle açıklanmaktadır:
Hastaneye Kabul Sözleşmesi:
Özel hastanelerde kural olarak hekim ile hasta arasında değil; hastane ile hasta arasında bir sözleşme ilişkisi vardır. Özel hastane ile hasta arasındaki sözleşme, Borçlar Kanununda düzenlenmiş tipik bir sözleşme değildir. Özel hastaneye başvuran bir hasta veya kanuni temsilcisi ile yapılan ve özel hastane işleticisinin hem tıbbi hem de diğer mutad edimleri (yatırma, yedirip içirme vs.) yerine getirmeyi üstlendiği sözleşmeye “Hastaneye Kabul Sözleşmesi” adı verilmektedir. Hastaneye kabul sözleşmesinin kurulması için herhangi bir şekil şartına uyulması zorunluluğu bulunmamaktadır (B.K.m.11/1); hatta bu sözleşmenin zımni irade açıklaması ile kurulması dahi mümkündür. Bu şekilde hastaneye (hasta) kabul sözleşmesi adı altında, birden fazla edimi içeren, karma yapıda ve nitelikte, bir sözleşme ilişkisinin kurulması söz konusudur. Bu sözleşme, özel hastane sahibi/işleticisinin, ayrıca bir tedavi yükümünü üstlenmiş bulunup bulunmamasına göre, tam (bölünmemiş) ya da kısmi (bölünmüş) hastaneye kabul sözleşmesi görünümünde kurulmuş olabilir. Özellikle, tam hastaneye kabul sözleşmelerinde, hastane işleticisinin hastaya karşı; hastalığın teşhis ve tedavisi için gerekli tıbbi hizmetlerin verilmesi edimi başta olmak üzere, hastane bakımının sağlanması, hastanenin organizasyonu ve işleyişini gerçekleştirme yükümleri asli edim yükümleri olarak ortaya çıkmaktadır. Hastaneye kabul sözleşmesinin hukuki niteliğinin tespiti bakımından, günümüzde gerek Alman ve İsviçre hukuklarında, gerekse Türk hukukunda “karma sözleşme” olarak kabul edilmektedirler. Ancak uygulamada getirilen çözümlerde farklılıklar görülmektedir. Örneğin Alman hukukunda, kabul sözleşmesinin çeşidi ne olursa olsun, hizmet sözleşmesi hükümleri uygulanır. İsviçre hukukunda, hasta ile özel hastane arasındaki ilişki, aynen serbest çalışan bir hekim ile hasta arasındaki hukuki ilişkide olduğu gibi, “vekâlet” olarak nitelenmektedir. Türk hukukunda ise, hastaneye kabul sözleşmesinin, asıl edimini oluşturan tıbbi tedavi ediminin ait olduğu tip, yani vekâlet sözleşmesi hükümlerine tabi tutulması, ancak diğer yükümlülüklere ilişkin tipik sözleşme hükümlerinin de niteliklerine uygun düştüğü oranda kıyasen uygulanması amaca elverişli olacağı belirtilmiştir.Hastane işleticisinin “hastane bakımı” kavramı içinde yer alan edimleri konusunda her hal ve şart için geçerli olabilecek kesin bir sayma yapmak mümkün değildir. Ancak, sözleşmede açıkça kararlaştırılmamış olsa bile hastanın sağlık durumu, hastalığın tipi ve ağırlığına göre dürüstlük ilkesinin (T.M.K. m.2) zorunlu kıldığı bütün tedbirleri almak zorundadır. Aksi takdirde, gerekli testler yapılmadan hastalığın teşhisine gidilmesi; kan grubu tespitinde hata yapılması; cerrahi müdahalede kullanılan araç ve gereçlerin bozuk olması; ameliyatı takiben kullanılan kompresin gereğinden fazla sıcak olması ve yanıklara yol açması; ruh hastasının kontrol edilmemesi nedeniyle intiharı; yangına karşı gerekli tedbirlerin alınmaması; bozuk yiyecek verilmesi yüzünden zehirlenmelere yol açılması; yeterli ısıtma yapılmadığı için hastalığın ağırlaşması veya yeni hastalığa sebebiyet verilmesi gibi hallerde hastane işleticisi, oluşan zararı tazmin etmek zorundadır. Hastane yönetiminin somut organizasyon yükümlülükleri bulunmaktadır. Öncelikle hekim dâhil bütün sağlık personelinin seçimi, denetlenmesi ve organizasyonuna ilişkin görevlerini, gereği gibi yerine getirilmelidir. Örneğin, bir görevin uzmanı olmayan bir kişiye verilmesi halinde organizasyon kusuru söz konusudur ve yönetimin tazminat sorumluluğu söz konusu olur. Hasta, hastaneye kabul edilmekle hastane yetkililerinin himayesine girmiş olur ve o haklı olarak kendisine mümkün olan en iyi tedavi ve bakım hizmetinin verilmesini ister. Hastane işletmecisinin “organizasyon yükümlülüğü” aslında onun hastanın şahsına göstermekle yükümlü olduğu özen borcunun bir görünüm tarzından ibarettir. Hasta, hastaneye tam kabul sözleşmesinde, hastane bakım hizmetleri açısından sadece hastane işletmesini sorumlu tutabilmektedir. Sözleşmenin diğer tarafı olan hasta veya yasal temsilcisinin, özel hastanenin sunduğu tıbbi hizmete (Bu hizmete bakım hizmeti de girmektedir.) karşılık olarak daha önceden belirlenmiş belli bir miktar ücret ödemekle yükümlüdür. Ayrıca, hasta veya yasal temsilcisi, olanaklar ölçüsünde rahatsızlık ile ilgili belirtiler ve hastalığın seyri hakkında hastaneye bilgi ile beraber, varsa belgelerini de muayene sırasında hekime verilmesi gerekmektedir.(YHGK-K.2009/452).
Doktor Hatası (Malpraktis) Tazminat Davası Kimlere Karşı Açılır?
Kamu hastanelerinde meydana gelen malpraktis sonucu davalar direk ilgili kamu kuruluşuna karşı açılır. Devlet memuru statüsündeki doktor aleyhine doğrudan doktor hatası tazminat davası açılamamaktadır.
Anayasa Madde 129 – Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler. Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez. (Değişik üçüncü fıkra: 7/5/2010-5982/13 md.) Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz. Silahlı Kuvvetler mensupları ile hakimler ve savcılar hakkındaki hükümler saklıdır. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir. Memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idari merciin iznine bağlıdır.)
Fakat özel hastanede çalışan doktora, doktorun hatasını sigortalayan şirkete ve direk özel hastane işleticisine karşı açılabilir.
Doktor Hatası (Malpraktis) Tazminat Davasına Hangi Mahkeme Görevlidir?
Dava sebebi ve davacının durumuna bağlı olarak görevli mahkeme değişiklik göstermektedir.
Tıbbi malpraktisin vekalet veya eser sözleşmesine dayalı olduğu hallerde görevli mahkeme tüketici mahkemesidir.
6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun m.3/1-L:…Tüketici işlemi: Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi,
Yani bağımsız çalışan doktorlara karşı açılan tazminat davaları ve şirket, adi ortaklık veya gerçek kişilerin işletici olduğu özel hastaneler aleyhine açılan davalar tüketici mahkemelerince değerlendirilir.
Doktor hatası nedeniyle doktorun sigorta şirketine açılacak davalarda asliye ticaret mahkemesi görevlidir.
Dava, hizmet kusurundan değil de doktorun kişisel kusurundan kaynaklanan durumlarda adli yargı yerlerinde görülmektedir.
Doktor Hatası (Malpraktis) Tazminat Davası Zamanaşımı Süresi
- Vekalet sözleşmesine dayalı olarak açılacak tazminat davalarının zamanaşımı süresi 5 yıldır.
- Eser sözleşmesine dayalı olarak açılacak tazminat davalarının zamanaşımı süresi 5 yıldır. Eğer doktorun tıbbi uygulamada ağır kusuru varsa zamanaşımı süresi 20 yıla çıkar.
- Haksız fiiile dayalı olarak açılacak tazminat davaları fiilin işlendiği tarihten 10 yıl sonra zamanaşımına uğrar. Zarar gören kişinin zararı ve yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren bu süre 2 yıldır. Dava, ceza kanunlarının daha uzun zamanaşımı gördüğü cezayı gerektiren bir fiilden dolayı açılmışsa, bu süre zamanaşımı süresi olarak kabul edilir.
- Vekaletsiz iş görme fiiline dayalı olarak açılacak tazminat davalarının zamanaşımı süresi 10 yıldır.
- Kamu hastanelerine açılacak malpraktis tazminat davası, zararın ve doktor hatasının öğrenilmesinden sonra 1 yıl, her halükarda olay tarihinden itibaren 5 yıl içerisinde açılmalıdır.
Doktor Hatası (Malpraktis) Tazminat Davasında Tazminat Miktarının Hesaplanması
Aynı sebeple açılan daha önceki davalar incelenerek ortalama bir rakam avukatlar tarafından hesaplanabilir. Bu davalar Türkiye’de genel itibariyle 1,5 ila 2 yıl arasında sürmektedir.